BİR LİTVANYA MACERASI
Üniversite 3. sınıftan beri yurtdışına İngilizcemi geliştirmek için gitmek çok istiyordum. Kendi okulumda Erasmus sınavını girdim İngilizcem yeterli olmadığı için gitmeye hak kazanamadım. Ama kafaya koymuştum illa ne yapıp edip gidecektim. Bende başka yollar aramaya başladım. Bir gün bir arkadaşımla yolda yürürken yurtdışına gitmeyi çok istediğimi söyledim. O da bana AGH (Avrupa Gönüllü Hizmeti)’nden bahsetti. Bende internetten araştırdım ve projelere başvurmaya başladım. Kaç tane projeye başvurduğumu hatırlamıyorum bile o kadar gözüm dönmüştü. Arkadaşlarıma bu konudan bahsettim. Kimse beni ciddiye almadı. Çünkü kimsenin AGH hakkında bilgisi yoktu ve yurtdışına çıkmak çok büyük bir şeymiş gözüyle bakılıyordu. Ama ben çok umutluydum. Sonunda 5 projeden olumlu yanıt aldım ve çocuklarla ilgili bir projede yer almak istediğim için içlerinden 9 aylık olan Litvanya projesini seçtim.
Sonunda seçilmiştim ama her şey bu kadar değildi. Ailemi ikna etmem oldukça zor oldu hatta okulumu uzatmakla tehdit ettim diyebilirim 🙂 Çünkü bizim toplumumuzda üniversiteyi bitir, hemen iş bul hayata atıl, vakit kaybetme anlayışı çok yaygın. Oysa çoğunluk yurtdışına giden gençlerimizin nasıl bir tecrübe edineceğinin farkında değil ve neyse ki yabancı dil öğrenmek vakit kaybı olarak görülüyor ve kimse yabancı dil öğrenmeye yeteri kadar ilgi göstermiyor. Yabancı dilin önemini yurtdışına çıkınca çok daha iyi anladım. Çünkü yurtdışında nerdeyse herkes çok iyi düzeyde İngilizce konuşuyordu. Bende bu yüzden ilk iki ay iletişim ve çevreye adaptasyon konusunda zorlandım. Litvanya’ya gitmeden önce çok kaygılarım vardı. Arkadaş bulabilecek miydim? İşimi sevecek miydim? Çalışanlarla ve en önemlisi çalışacağım çocuklar beni sevecek miydi? Ev arkadaşlarım ile geçinebilecek miydim? Bütün bu kaygılar beni strese soktu fakat kararlıydım kafaya koymuştum risk alacaktım!
Böylece Litvanya serüveni başladı. Havaalanında benimle birlikte Litvanya’ya gidecek olan diğer Türk arkadaşımla buluştum ve onunla olmak biraz olsun içimi rahatlattı. Beraber Ukrayna’da aktarma yaptık ve diğer gönüllü ve benim ev arkadaşım olacak Ukraynalı kızı da alıp tekrar uçağa bindik. Vilnus Havaalanında skype görüşmesi yaptığım organizasyondan sorumlu kız bizi karşıladı ve beni görür görmez “sen ne kadar küçüksün, çocuk gibisin” dedi. Hiç alınmadım sadece gülümsedim zira bu söze çok alışıktım. Oradan beni üç günlük geçici süreliğine kalacağım eve götürdü ve iki saat sonra eğitim için beni alacağını söyledi. Vilnus’ta organizasyon şirketi bizlere üç gün genel bir eğitim verdi. Şirkette 17 gönüllü idik ve bütün gönüllü arkadaşlarıma kanım ısınmıştı. Ama o üç gün benim için hiç kolay geçmedi.
Aylardan ekimdi ve kaldığım odada incecik bir yorgan vardı, o da aşırı soğuktu çünkü kaloriferler yanmaya başlamamıştı ve ben montla yatmama rağmen çok fazla üşüdüm ve nerdeyse hiç uyuyamadım. Üç gün sonra benim yaşayacağım başkente yarım saatlik uzaklıkta bir kasabaya geldik. Önce ev arkadaşımla bizi eve bıraktılar daha sonra beni ve iş arkadaşımı gençlik merkezine getirdiler. Çalışanlarla ve çocuklarla tanıştım ve hepsi bizi içten sıcaklık ile ve büyük bir konukseverlikle karşıladı. İlk zamanlar çocuklarla nasıl davranmam gerektiğini çözemedim. Farklı kültürleri ve farklı alışkanlıkları vardı üstelik çok azı çok düşük seviyede İngilizce biliyordu. Bu da iletişimi zorlaştırıyordu.
Bir süre sonra Litvanyaca derslerimiz başladı ve temel ifadeleri öğrendim. Günden güne çocuklarla daha iyi anlaşmaya başlamıştım. Özellikle kızlar beni çok sevmişti. Günde beş saat çalışıyordum ve çalışma saatlerim çocuklara bağlı olarak esnekti. İş yerinde yedi tane çalışan vardı. Çocuklar okuldan geldikten sonra öğle yemek yiyorduk ve ardından onların ödevlerine yardım ediyorduk. Ve daha sonra basketbol, futbol, voleybol olmak üzere çeşitli aktiviteler yapıyorduk. Çocuklara ara ara hazine haritası oyunu hazırlıyordum ve bu onların hoşuna gitmişti. Takım çalışması ile bilmeceleri çözüp nesneleri bulup hazineye ulaşıyorlardı ve sonunda hazineyi paylaşıyorlardı.
Çalıştığım yerde çocuklarla beraber yemek yiyordum ve bazen aşçı bize eve götürmemiz için meyve yoğurt ekmek süt gibi şeyler veriyordu. Bu çok iyiydi yemek harçlığımı seyahat için kullanabilecektim. Zamanla arkadaş çevrem genişledi ve İngilizcem gelişti. Çok güzel tecrübeler edindim yemek yapmayı öğrendim. Farklı kültürlerden çeşitli insanlarla tanıştım ve bakış açım giderek genişlemeye başladı. Ara ara fırsat buldukça başka ülkelere seyahat ediyordum ve kendime olan güvenim iyice artmıştı. 9 aylık Avrupa Gönüllü Hizmeti’m boyunca Polonya, Norveç, Letonya, Estonya, Berlin olmak üzere 5 ülke gezdim.
Çok büyük bir tecrübe yaşadığım Berlin seyahatimden bahsetmek istiyorum. Türkiye’ye dönmeme son bir ay kalmıştı. Berlin’e beş günlüğüne seyahat etmeye karar verdim. 12 saatlik otobüs yolculuğundan sonra Berlin’e varmıştım ve elimde bavulumla otele gitmeye çalışıyordum. Yolda iki Alman genç gördüm ve bitkin bir halde yolu sordum. Onlarda bana tren istasyonundaki haritadan yolu tarif ettiler ve metroya bindim. Bir süre sonra el çantamın açık olduğunun farkına vardım ve telefonum pasaportum ve kimliğim çalınmıştı. Allahtan cüzdanım yerinde duruyordu hemen polise gittim ve derdimi anlattım. Polis Berlin’de kapkaç olayının çok olduğunu ve çok dikkat etmem gerektiğini söyledi. Ardında otele gittim ve baştan otel görevlisi beni otele almak istemedi pasaportum olmadığı için ben de polisin bana verdiği belgeyi gösterdim ve nihayetinde otelde kalabildim. Ertesi gün pasaport ve kimlik çıkarmak için Türk Konsolosluğuna ve gittim. Bana geçici pasaport veremeyeceklerini eğer verirlerse beni direk Türkiye’ye yollamak zorunda kalacaklarını, aynı zamanda normal pasaport çıkarmanın da yaklaşık on günü alacağını söylediklerinde ağlamak üzereydim.
Ardından kimlik kartımla Litvanya’ya geri dönebileceğimi söylediler. Bu bana çok mantıksız geldi ve seyahat ettiğim otobüs şirketine sorması için Litvanya’daki arkadaşımla Facebook’tan iletişim kurdum. Otobüs şirketi kimlik kartımla seyahat edemeyeceğimi söyledi. Bir yandan ailem çok korkmuştu ve benim hemen Litvanya’ya geri dönmem için ısrar ediyorlardı. İlk defa başıma kapkaç olayı geliyordu üstelik yurtdışında. Otelden Ankara’daki Büyükelçiliği aradım. Onlar bana Berlin’deki Türk Konsolosluğunun geçici pasaport verebileceklerini söyledi ve onlarla bağlantı kurdular. Böylece geçici pasaport alabildim. Stresli iki günün ardından geri kalan üç günümü gezip muhteşem yerler görerek geçirdim tabi fotoğraf çekemeden 🙁 Berlin maceram böylece bitmiş oldu.
Avrupa Gönüllü Hizmeti’m boyunca işyerinde sorun yaşadığım çocuklar oldu danışmanım ve çalışanlar ve tabi arkadaşlarım bu sorunları çözmeme yardımcı oldular. Çünkü çalıştığım çocukların hepsi fakir ve sorunlu ailelerin çocuklarıydı ve dolayısıyla her zaman iyi huylarında olmuyorlardı. Ama oradaki çocukların bazılarının nasıl iyi bir şekilde değiştiğini gördükçe yaptığım işle bir kez daha gurur duydum. Özellikle son zamanlarda gençlik merkezine katılan hırçın yaptığım her oyunu bozan başlangıçta beni sevmeyen ama daha sonra iyi anlaştığım beraber oyunlar oynadığım çocuğun işyerinde son günümde nasıl ağladığını gördüğümde çok duygulandım ve iş yerinde veda partisinde nerdeyse çalışanlar dahil olmak üzere bütün çocukların gözleri yaşla doldu ve ben bu yeni aileme veda etmek zorunda olduğum için hıçkıra hıçkıra ağladım. Kaygılı başladığım bu serüven edindiğim güzel tecrübeler ile ve tanışmış olduğum güzel insanların özlemi ile ülkeme geri döndüm.
Sorularınız için: busem6263@gmail.com
Buse Çakır