fbpx

Blog

İngiltere’de AGH | Elif Soycan
Gönüllü Yazıları

İngiltere’de AGH | Elif Soycan

Gönüllülük, Ruhun Detokslanması Gibi Sanki

Klişeleşmiş sözlerden hoşlanmam ama hayatın bir yolculuk olduğunu, her birimizin de birer yolcu olduğunu söyleyenler, doğru söylemişler. Her yolculuk bir ders ise eğer, bizler de birer öğrenciyiz. Ama şanslı öğrencilerdeniz. Çünkü yolları biz seçiyoruz. Amaçlarımız, ideallerimiz, bakış açılarımız kendi yolumuzun üzerinde ve farklı renklerde.

Benim de yolum kısa bir süre önce hayatımda seçtiğim birkaç yoldan en renklisi olan EVS’den geçti. Bir yıl boyunca gönüllülük kavramına, insana, kendime dair renkli bir yolculuk yapma fırsatı buldum ki zaten uzun zamandır da gönderen kuruluşum olan Mavi Kalem Derneği’nde de master ve çalışma zamanlarımdan kalan her boş vaktimde gönüllü olarak çalışıyordum. Gönüllülüğün bir de Avrupa ayağında işler nasıl gidiyor merak ettim. EVS ile giden ve derneğe gelen EVS gönüllülerini de gördükten sonra EVS yapmanın iyi bir fikir olacağını düşündüm. Zaten arkadaşlarım da bu konuda bana destek oluyorlardı.

Başvurduğum yaklaşık 30–35 projenin içerisinde İngiltere’de çok istediğim bir engellilik projesinden kabul almıştım. Çok heyecanlıydım, çünkü bu projeye başvurmadan önce, organizasyonu çok incelemiştim ve bu projede EVS gönüllüsü olmak çok istiyordum. Yüksek lisans tezim için okula, tez danışmanım ile görüşmeye gittiğim bir mayıs günüydü. Bu tez biter mi acaba diye düşünceli düşünceli hocamın odasından çıktığımda telefonum çaldı. Yurtdışından aranıyordum. Telefonu açtığımda, karşımdaki kişi Leonard Cheshire Disability’den aradığını ve mailimi kontrol etmemi söylüyordu. Sersemledim, beni kabul etmişlerdi. İnanılmazdı. İngiltere’den istediğim projeden kabul almıştım. O an düşündüğüm tek şey, tezimi mümkün olacak en yakın zamanda teslim edip, çalışmakta olduğum işyerinden ayrılma planlarım olmuştu.

Mayısta kabul aldığım projeme maalesef, organizasyonumda olan bir takım aksaklıklardan dolayı Mart’ta gitmek durumunda kaldım. Ama ne şanstır ki olumsuz gibi görünen durumlar benim için tamamen pozitif bir hale dönüşüverdi. Çünkü tezimi bir türlü bitiremiyordum ve bir dönem uzatmıştım. Gelgelim Şubat 2011’de tezimi verdim, belki de birçok kişinin bırakmaya cesaret edemeyeceği işimi bıraktım ve İngiltere’ye gittim.

Herşeyi geride bırakmak, herkes ile vedalaşmak garip bir hismiş gerçekten. Kimbilir bir daha yaşar mıyım böyle bir duyguyu, bilinmez.  Dört yıldır gönüllüsü olduğum derneğim, aynı zamanda gönderen kuruluşum olan Fatih, Fener’de faaliyet gösteren Mavi Kalem Derneği her zaman benim için apayrı bir yere sahiptir. Buradan ayrılmak, arkadaşlarımı bırakmak zor olmadı değil. Fener’i, Balat’ı , İstanbul’u bir yıl boyunca göremeyeceğim düşüncesi hafiften boğazımda bir düğüm yapmıyor değildi. Ama olsun, ben istediğim projemi bitirip geri dönecektim nasılsa… Kimbilir nasıl dönecektim, neler yaşayacaktım. Değişir miydim? Değişirler miydi? “Neyse Elif, bunlara döndüğünde analizlersin” deyip anı yaşamanın –belki de hayatımda ilk defa – dayanılmaz hafifliğine bırakıverdim kendimi.

Peki, yolculuğum nasıl geçecekti? İlk defa yurtdışına çıkıyordum, ama içimde sadece hafif bir endişe vardı. Oysa ben endişesini ve heyecanını dışarı çok fazla yansıtan biriydim. Nasıl bu kadar sakin olabiliyordum. Galiba bu geride birşeylerin tamamlanıp bırakılmasının yarattığı garip bir duyguydu. Kafam bomboştu, sanki. Düşünecek hiçbirşeyim kalmamış gibiydi. Önümdeki bir yıl neler yapacağımı bilmenin dayanılmaz rahatlığı. Mükemmel bir his! Dört saatlik uçak yolculuğum boyunca, Büyük Britanya Seyahat Kitabına göz attım. Sürekli camdan dışarı bakıp umutlanıyor, gülümsüyordum. Kimileri İngilizlerin en az iklimleri kadar soğuk olduğunu söylerken kimileri de herşeyin çok düzenli ve sistemli olduğuna şaşıracağımı ve bu yüzden çekinecek birşeyin olmayacağını söylüyorlardı. Neyse indiğimde görecektim ya… Tadını çıkarmalıydım bu yolculuğun… Artık iş yok, okul yok, sadece hayatta en sevdiğim şey olan gönüllülük yapmak vardı, hem de İngiltere’de. Tek bir aksaklık söz konusuydu sadece. O da;  on iki ay için British Council tarafından gönderilen davet mektubuna karşılık on aylık vize çıkmasıydı. Maalesef bu sorunu çözebileceğim bir vaktim olamamıştı. O yüzden ev sahibi kuruluşumla gelmeden önce bu konuyu görüşmüştüm. Bakalım çözebilecek miydik?

Uçaktan indim ve sonunda o çok heyecanla beklediğim projeye kabul aldığım şehre rahatlıkla ulaşabildim. Birmingham Havaalanı’ndan Cheltenham Spa/ Gloucestershire şehrine doğru 45 dakikalık bir otobüs yolculuğum başladı. Herşey çok basit ilerliyordu. Sanki önceden biliyormuşum gibi ve İngilizler ne kadar da yardımcıydı böyle. Yolculuk boyunca çiftliklere, evlere, düzene hayran hayran bakıyordum. Tamam tamam belki biraz heyecanım vardı 🙂 Otobüsten indiğim anda beni, elinde çiçekler ile mentorum karşıladı. Telefonda bana, projeye kabul edildiğimi söyleyen bu adam o kadar sıcaktı ki. Sürekli gülümsüyordu. Birlikte derneğe doğru kısa bir yol boyunca ulaştık. Derneğin giriş kapısında Türkçe “Hoşgeldiniz Elif” yazılı bir kâğıt asılıydı. Buradan derneğin üstünde gönüllüler için hazırlanmış olan daireye doğru çıkıyorduk ki aynı kâğıttan bir de burada. Ve odamın içindeki panoda da aynı kâğıt. Şımarabilirim diye kendimden çekinmedim değil. Fransız ve Alman diğer iki EVS gönüllüsü arkadaşlarımla tanıştım. Zaten sosyal medya sağolsun gelmeden önce de kendileri ile iletişime geçmiştim zaten. Yaşları benden bir hayli küçüktü bu bazen proje sürecimde küçük bir takım rahatsızlıklar yaratacaktı bana ama çok da önemli bir yer kaplamayacaktı.

Mentorum, derneğin kurucusu, dernekte çalışanlar, fizyoterapistler herkes sürekli gülümsüyordu. Özellikle bu merkezde yaşayan engelli arkadaşlarım acayip mutlulardı. Bazen kendime “Neden bu kadar mutluyuz acaba” diye sorduğum olmuştur, hatta J

Engelliler ile çalışıyordum. Onlar benim için projemi oluşturan bir temadan daha fazlasıydı. Onlar benim kısa zamanda arkadaşlarım oluvermişlerdi. Çünkü biz birlikte yaşıyorduk, uyku saatleri dışında her anımız birlikte geçiyordu neredeyse. Kısa zamanda birbirimize alıştık. Ben burada çalışmıyordum, ben burada yaşıyordum! Yaptığım işleri, çalışma olarak görmüyordum. Günlük yaşam tarzımı oluşturan birer aktivite olarak bakıyordum. Sanırım böyle düşünmek, beni engelli arkadaşlarıma ve burada çalışan arkadaşlarıma daha da yakınlaştırdı.

Her sabah saat 08.30’da hidroterapi havuzunda birlikte fizyoterapistlerin gözetmenliğinde onların order ettikleri hareketleri, engelli arkadaşlarıma yaptırıyor, sonrasında duş almalarına ve sandalyelerine özel aletler yardımı ile transferlerine yardım ediyorduk diğer EVS gönüllüleri ile birlikte. Tabii ki şen kahkahalar ve şakalar eşliğinde. Havuzda gıdıklamalar, basket maçları. Duşta ise birbirimize su, köpük sıçratma gibi. Tabi sürekli şarkı söylüyorduk.  Kabul etmeliyiz ki hepimizin sesi de kötüydü J Herşey mükemmel gidiyordu. Bana çabuk alışmışlardı. Ben de onlara… İki saat boyunca havuzda vakit geçirdikten sonra bir saatlik bir kahve molası – ki bu molada bile bahçede gene onlarla birlikte olmayı yeğliyordum- ve ardından eğlenceli fizyoterapi aletleri ile birlikte egzersizler yapıyorduk. Öğle yemeklerinden sonra da sanat öğretmenizle birlikte el işlerini birlikte yapıyorduk. Bazen de şu meşhur İngiliz çay saatlerinde kurabiye, krep yapıyor ve gerçekten çok eğleniyorduk. Mesela sürekli şarkı söyleyen engelliler ve çalışanların olduğu bir yer düşünün. Gerçekten öyle bir yer varmış J Her zaman içeride olmuyorduk tabii ki. Kuruluşum, engellilerin sosyal hayata katılımlarını sağlamak için birçok etkinlik yapıyordu. Mesela yakın çevredeki çiftlik ziyaretleri, haftanın belirli günlerinde engelliler için kurulmuş bir koleje gidip yemek, dans, drama, koro, sanat kurslarına gitmek, müze, sergi, tiyatro, sinema etkinlikleri, şehir ve hatta ülke gezileri gibi. Bunların hepsi programlı ve belli bir plana oturtulmuş etkinliklerdi. Ayrıca bu anlattığım tüm etkinliklere aramızda üç EVS gönüllüsü ile birlikte paylaşıyorduk. Maalesef ben ülke seyahatlerine katılamıyordum, çünkü vizem ayrı bir sorundu. Zaten vize uzatacağım diye homeoffice’e pasaportumu göndermiş ve uzun zamanda kendisinden haber alamamıştım. Home-office’in işlerinin yavaş olduğunu söyleyen İngiliz arkadaşlarımın abarttıklarını düşünmüştüm ilk zamanlar ama haklı olduklarına kanaat da getirmiştim bütün bekleyiş sürecimde.

Sık sık partiler düzenliyorduk. Hayatımda ilk defa cadılar bayramını kutladım mesela. Oscar partisinde herkes bir karakter olmuştu. Christmas öncesi ve christmas apayrıydı. Çoğu zaman da puding, barbekü partileri ile birlikte kermes tarzı toplantılar organize ediyorduk. Belki diğer EVS gönüllülerine göre çok çalışıyordum  -bu birazda benim isteğimdi-  ama bu iş beni acayip motive ediyordu, seviyordum, çünkü çok eğleniyordum.  Özellikle engelli dostlarım o kadar tatlılardı ki, çok yakın birer arkadaş oluvermiştik. Sanırım burada yaşayan engelli arkadaşlarımla olan iletişimim sebebi, benimle birlikte gönüllü çalışan diğer arkadaşlarla pek de iyi bir frekans tutturamadığımızdandı. Onları asla yargılayamıyorum ve benim gibi olmalarını da beklemiyordum elbette. Onlar bu işi mesai saatlerine göre yapıyorlardı.  İlk geldiğim zaman beni karşılayan 2 evs gönüllü arkadaşımın 4 ay sonra projeleri bitmiş yerine ispanyadan ve fransadan diğer gönüllüler gelmişti. Onlarda da aradığım arkadaşlığı bulamadım maalesef. Özellikle Fransız arkadaşımda J EVS yapacak arkadaşlara tavsiyem bu konuda; eğer ev arkadaşınız ile anlaşamıyorsanız ve hiçbirşekilde iletişimi sağlayamıyorsanız ilk olarak mentorunuzla ciddi ciddi bu konuyu konuşmanız. Ben projemşn sonlarına doğru bu iletişim bozukluğunu mentorum ve derneğin kurucusu ile yaptığımız bir toplantıda paylaşmış ve sonunda çözümü beni bir bungalow eve yerleştirmekte bulmuşlardı. Bu evler, merkezin içinde, kendi başına günlük yaşam aktivitelerini yerine getirebilecek engellilerin kaldıkları eve komşu bir başka evdi. Artık birbirimize çaya, kahveye hatta şarap içmeye gider olmuştuk. Ne şanslıyım ki, bu kadar onlarla iç içe olmam kimsenin tuhafına gitmemişti. Aslında bu konuda bana bir uyarı gelebileceği düşüncesi hep vardı aklımda ama ne mutlu ki bana, o güveni dernek çalışanlarında ve mentorumda sağlayabilmişim.  Zaten dernekte çalışan hemşireler ve staffla da arkadaş olmuştuk. Hatta mutfaktaki aşçı ve dernek çalışanlarından biri gerçekten oradaki en yakın arkadaşlarımdan oluvermişlerdi. Bir de derneğe gelen yerel gönüllüler. Onlar ile de çoğu zaman akşamları dışarıda buluşuyor, çok eğlenceli vakit geçiriyorduk.

Geçirdiğim bir yıl her zaman iyi anılar ile dolamadı maalesef. Dört engelli arkadaşımı kaybettim. Cenaze törenlerine katıldım. Normalde ölümlere alışık olan bünyemi güçlü olmaya zorladım. Arkadaşlarını kaybeden engelli arkadaşlarımın yanlarında olmaya çalıştım. Sımsıkı ellerini tuttum. Birlikte anılarımızı paylaştık. Kayley, her bir ölümde omzumda ağladı. Efkarlandık, birlikte bahçemizde içki içtik, sigaralarımızı yaktık kimi zaman Nick, Charlie, Tom, Joe, Becky ile. Birbirimizden güç alıyorduk ve ben sürekli şakalar ve espriler ile ortamı yumuşatmaya çalışıyordum. İşe yarıyordu, birlikte kahkahalara boğulduğumuz çoktur. Bu satırları yazarken onları ne kadar özlediğimi farkettim. Tom’un “eeeyyylliiiff” diyerek  ve iç çekerek,heyecanla bana doğru gelmesini, Kayley ve Nick ile saatler süren bahçe sohbetlerimizi, Joe ve Becky’nin şakalaşmalarına her seferinde beni de ortak etmelerini, Charlie ve İmagine’nın dostluklarını ve bunun hikayesini, Mathew’un bitmez telaşını, Lizzy, Luici ‘nin neşesini, kaybettiğimiz Caroline’nın İstanbul’a gelme hayali ve Fenerbahçe hayranlığını, Caroline ile aynı o bilinmez yolculuğa çıkan Yunus’ın o çocuksu tavırlarını ve onlara daha sonra eşlik eden Robin’e egzersiz yapması için bitmek bilmeyen ısrarlarım ve sadece three’ye kadar tekrarladığımız ve nine ile her seferinde birlikte Alman aksanı ile bitirdiğimiz kol hareketlerimiz… Onlar artık bana sadece fotoğraflarda gülümsüyorlar. Bir çok duyguyu hep birlikte yaşadık on iki ay boyunca.

Diğer yandan artık aylardan Ocak olmuştu ve ben hala vizemin uzamasını bekliyordum. Pasaportum elime ulaşmış fakat bana yolladıkları vize uzatma kartım hala elime geçmemişti. Uzun telefon görüşmelerimizde vizemin iki yıl uzadığını ama kartımın postanede kaybolduğunu öğrendiğimde sinirlenmiş ve çok üzülmüştüm. Tekrar başvuru yapmış, pasaportumu tekrar yollamış ama süreç uzayınca ve projem bitince, pasaportumu tekrar geri alabilmek için bu iki yıl vize uzatma hakkımdan vazgeçmek zorunda kalmıştım. Hem projemin sonuna gelmiştim, hem de İstanbul’u, ailemi ve arkadaşlarımı çok özlemiştim. Pasaportum yanımda olmadığından da bir yıl boyunca İstanbul’a gelememiştim.  Bu yüzden 3 Mart’ta dönmem gereken projemden 21 Martta döndüm.

Bu süre içerisinde, birçok arkadaş edindim dernek çalışanlarından. İşten sonra puba gidip sabaha kadar eğlenirdik, dertleştik, maceralar yaşadık J Beni ziyaret etmek isteyen birçok arkadaşım var şu anda İngiltere’den. Bir yerden şanslıydım. Londra’da yaşayan bir aile dostumuz ve iki arkadaşım vardı. Canım sıkıldıkça, İstanbul’u özledikçe 2,5 saat uzaklıktaki Londra’ya gidip onları ziyaret ediyordum. Londra’ya en az 6 kez gitmeme rağmen bir türlü bitiremedim gezeceğim yerleri. Christmas tatilinin bir kısmını Liverpool’da Almanya’dan gelen bir arkadaşımla geçirmiştim. Yaklaşık 10 şehir gezdim İngiltere’de bulunduğum süre boyunca. Güney, kuzey, doğu, batı; İngiltere’nin her yerini dolaştım. Kimi zaman tek başıma çıktığım yolculuklarda hep kendimi güvende hissettim. İngiltere’de katıldığım On-arrival ve mid-term trainingler sayesinde birçok kültürden arkadaşım oldu. Onlar ile birlikte çok eğlenceli zamanlar geçirdik.

Özetle, hayatımda unutamayacağım ve şu ana kadar yaşadığım en renkli bir yılımı geçirdim. Şu sıralar Mavi Kalem Derneği’nde yani gönderen kuruluşumda mentorluk yapıyorum, EVS yapmak isteyen arkadaşlar ile görüşmelerim oluyor. EVS Koordinatörü arkadaşıma bu konuda destek oluyorum. Diğer taraftan da yaşam tarzım haline gelen gönüllü çalışmalarıma devam ediyorum. Ayrıca İstanbul’da başka bir dernek tarafından da mentorluk teklifi aldım.

İstanbul’a döndükten sonra, bir çok fırsat çıktı karşıma. Mesela “Doctors Without Borders/ Sınır Tanımayan Doktorlar” ile iletişime geçtim ve ilerideki yıllar içerinde diğer en büyük hayalim olan Afrika ülkelerinde gönüllü olarak sağlık hizmeti konusunda çalışabileceğimin sinyallerini onlardan aldım. EVS sürecimin dolu dolu geçtiğini düşündüğüm için Youthpass sertifikamın yanında ev sahibi kuruluşumdan benim için bir de referans mektubu yazmalarını istemiştim. Buradaki iş görüşmelerim sırasında oldukça faydası olduğunu söyleyebilirim.  Artık önümde doktoramı Halk Sağlığı konusunda yapıp diğer yandan Engellilik ve Fizik Tedavi/Rehabilitasyon konusunda çalışabilmek gibi bir amacım var. Mesela daha bugün yaptığım bir iş görüşmesinde, iş yeri sahibi EVS projem ilgilendi ve yakında çalıştığım yere benzer bir merkez açacaklarını söylediler. Benden de fikir alıp birlikte geliştirmek istediklerini de.

EVS projem bitip ülkeme geri döndükten sonra kendime güvenim arttı diyebilirim. Bazen dünya o kadar küçük geliyor ki bana. Sanki her yere kocaman adımlar atabilecekmişim gibi. Sanki her yere ulaşabilecekmişim gibi. Tıpkı Ben Harper’ın bir şarkısında söylediği gibi “I can change the world with my own two hands”.

EVS sürecimle ilgili bu yazıyı yazmam için beni motive eden ve web sitelerinde yazıma yer verdikleri için BurSanat’a çok teşekkür ederim.

Umarım yazdığım bu EVS sürecinde, EVS yapacak arkadaşlarımın kafasında en azından bir fikir oluşturabilmişimdir.  Eğer siz de hayatınızda taze birşeyler yapmak ve bu tazeliği hayatınızın her köşesine serpiştirmek istiyorsanız EVS neden sizin için de iyi bir başlangıç olmasın?

Elif Soycan