Benim Avrupa Gönüllüsü olma maceram işyerindeki arkadaşımın bunu yapabilecek olmama beni tekrar inandırmasi ile başladı. BurSanat ile tanışmam ve onların beni teşvik etmesi ile ev sahibi kuruluşu arama çalişmalarım hızlandı. Aslında üniversiteden mezun olduktan sonra evs yapmayi denemiştim. Ama yaklaşık 100-150 yere başvurduktan sonra üniversiteden sonraki denemeciklerimin neden başarısız oldugunu anladım sanırım.
Cv hazirliklari, motivasyon mektuplarının oluşturulması, projelerin gözden geçirilip başvurma süreci, çoğu zaman yanıtsız kalan mailler, arada gelen ve doldurulması istenen özel formlardan sonra nihayet Avusturya`nın Linz şehrinde bulunan yaşlılar yurdundaki projeden kabul yazım gelmişti. Artık kendimi başka bir telaş içinde, bir yandan vize ve pasaport işlemleri ile uğraşırken bir yandan da iş yerindeki ayrılış çalışmaları içinde bulmuştum. Projem 1 Şubat tarihinde başlıyordu. Önümde iki yol vardı; birincisi 3 aylık turist vizesi ile yurt dışına çıkıp orada vize süresini uzatmak, ikincisi ise ki benim seçtiğim bu idi 1 yıllık oturum vizesini alarak biraz gecikmeli gitmek. Benim projem 12 aylık uzun dönem bir proje olduğu için ve gittiğimde zorlanmamak adına ben bu yolu seçtim ve yaklaşık olarak 1 ay projeme geç başladım.
İlk kez yurt dışına çıkacak olmamın sevincini taşıyordum. Sanırım bu sebeple vize bekleme sürecini de ailem ile daha fazla zaman geçirerek çok sıkıntı yaşamadan geçirdim. Yolculuğum sabahın erken saatlerinde başladı. Bursa’dan Istanbul’a otobüs ile geldikten sonra, Sabiha Gökçen Havalimani’ndan Viyana’ya yaklasik 2 saat süren bir uçak yolculuğu yaptim. Viyana’dan Linz’e tren ile geldiğimde mentorum beni aradi ve gideceğim kasabanın yol tarifini verdi. Böylece akşam saat 5-6 gibi Wartberg Ob Der Aist’e varmıştım. Sevgili mentorum Gerlinde’nin sıcak karşılaması ile 1 yılımı geçirecek olduğum yurda gelmiştim. Proje arkadaşım olan Portekizli Ines ile tanışmıştım. Ertesi sabah çalişacağım grubu, eğitmenlerimiz olan Sabine ve Martina’yi tanıdım.
Ben gecikmeli olarak geldiğim için geldikten 4 gün sonra Varış Eğitimi için Viyana’ya gittik. Arkadaşım Ines 1 ay kaldıktan sonra bu eğitimi almıştı. Eğitimde 12 kişilik Avrupa ve Rusya’dan gelen gençler ile projelerimizi, gönüllülüğü, kültürler arasi farkı eğlenceli bir şekilde öğrendim. Eğitimden sonraki saatlerde Viyana’yı gezdik. Viyana gerçekten tarihle iç içe olan bir şehir.
Geldiğim ilk ay buradaki yaşamım için bir hazırlık süreci oldu diyebilirim. Türkiye’den gelirken laptopumu eski olduğu için getirmemiştim. Buradan alırım diye düşündüm. Bu sebeple geldiğim ikinci hafta mentorum ile birlikte bir mağazaya gittik. İyi ki yanımda o da vardı çünkü kartlarımın hiç birisi çalışmadı, tüm parayı o ödedi. Bir kez daha buradan da kendisine teşekkur etmiş oldum. Sonrasında 1 hafta boyunca Türkiye’deki bankaları aradım, sinir krizi yaşadım biraz ama sonunda para meselem Türkiye’deki ev arkadaşımın olaya el atması ile çözüldü.
Avusturya ve Türkiye arasındaki farklılıkları anlatmak istiyorum birazda. Örneğin yemek kültürü burada biraz farklı. Akşam yemekleri bizde ana ve büyük bir yemek iken burada kahvaltı şeklinde yapılıyor diyebilirim. Ben yemeklerimi çalıştığım yurtta yediğim için bunu menülerden anlamak da bir hayli kolay oluyor. Bu sebeple öğünlere ve damak tadına alışmam biraz zaman aldı. Hatta bu durum iyi oldu diyebilirim kilo verdim. Ekmekleri ve tatlıları çok güzel. Linz’in turtası orjinal eski bir tarife sahip ve hala aynı tarif ile yapılıyor. Ama acıyı baharat olarak pek kullanmıyorlar bu da benim gibi aciyi seven birisi için biraz zor bir durum. Linz’de pek çok Türk marketi var oradan alışveriş yapma şansim oluyor veya döner yeme gibi bir lüksüm oluyor hem de Türkçe sipariş vererek. Bir de yemeği yedikten sonra öyle çöpleri kafanıza göre çöp kutusuna atamıyorsunuz. Çöpleri plastik, kağıt, şişe, biyolojik atık ve bunların dışında kalanlar şeklinde gruplamışlar ve evlerde de bu şekilde bir ayrım yapıyorlar. Böylece doğaya daha az zarar veriliyor ve ekonomiye katkı sağlanıyor.
Çoğunluğun Katolik olduğu bir toplum olduğu icin Avusturya’da gelenek ve görenekler, dini bayramlar da bizimkisinden farklı. Mesala ilk kez Oktoberfest’i kutladim burada. Mart ayında yaşlı ve engelli insanlar ile ki projemin bir parçası, yumurtalari boyadık, ağaç dalları ile weichnachtsbaum’lar (küçük yılbaşı ağaçları) yaptık. Tavşan şeklinde büyük bir çikolata aldım hediye olarak ve bir sürü de çikolata yedim. Benim için televizyonda izlediğim filmlerdeki kutlamaların gerçek ile buluşması olmuştu diyebilirim.
Boş zamanlarımı bisiklet binerek, yürüyüş yaparak geçiriyorum. Bisikletim ile yakın kasabaları, yeni yürüyüş yollarını fethediyorum. Havaların güzel olmasını bekliyorum keşiflerim için. Geldiğim zaman soğuk ve kardan nefesim kesildiği için bisiklete binemedim, sadece yürüyüş yapabildim. Son bir haftadır da buraya aralıksız yağmur yağdi ve bazı şehirleri su bastı. Tuna nehri Linz’de de taştı diyebilirim. Gerçekten talihsiz bir durum yaşandı ve bazı insanların evlerini su bastı. Ama neyseki benim yaşadığım kasabada bir sorun olmadı. Yazın gelmesini herkes gibi ben de sabırsızlıkla bekliyorum. Bisiklet yolları burada gelişmiş. Mesala Almanya’nın Passau şehrinden başlayıp, Avusturya’dan Linz’den geçen ve Budapeşte’de sonlanan bir yol var. Sonbahar’da bu yolun bir kısmını bisikletim ile geçmek istiyorum.
Geldiğim ikinci ay Almanca kursum başladı. Kursum haftanın üç günü oluyor. Akşamları kursa gittiğim için kurs günleri daha az çalışıyorum. Ders saatinin çalışma saati olarak sayılması da iyi oluyor tabiki.
Burada yaşlılar ile sanki anaokulundaki çocuklar ile çalışırmış gibi hissediyorum kendimi. Bu beni geldiğimde çok etkilemişti. Çünkü insan yaşlandıkça çocuk gibi olur denen cümleyi bizzat yaşamıştım. Bir de buradaki yaşlıların engelli olması bu durumu daha da belirginleştiriyor. Birlikte şarkılar söylüyor, puzzle yapıyor, boyama kitaplarındaki resimleri boyuyoruz, renklere ve şekillere dayalı oyuncaklar ile oynuyoruz. Havaların ısınması ile bahçeye çıkıp dolaşabiliyoruz. Arka bahçemizdeki parkta bulunan geyikleri beslemek ve kedimiz Murrly’nin bize eşlik etmesi gerçekten soğuk havalardan sonra sanki bana terapi gibi geliyor.
Bizim kültürümüzden dolayı genelde yaşlılara evde bakılır ya da yaşlılar yurdunun hali pek iç açıcı değildir. Burada gördüğüm durum beni şaşırttı, gerçekten her yaşlı icin ayrı bir program oluşturuluyor ve saatleri planlanıyor. Bir grup yaşlı, servisler ile aynı okula gelip gider gibi sadece bizim atölyelerimize geliyor. Bu gibi sosyal konularda bizden daha duyarlılar ve bir sistem geliştirmişler. Yaşli nüfusun fazla olması da bu ihtiyaci doğuruyor sanırım.
Seramik, tekstil, müzik, marangozluk ve benim çalıştığım yaratıcılık atölyeleri var. Yaşlılar yetenek ve ilgi alanlarına göre bu atölyelere katılıyorlar. Burada yapılan ürünler yurdun girişindeki bir odada satışa sunuluyor. Böylece yaşli insanlarda ekonominin bir parçasına katılıyor ve satılan ürünlerden cok az da olsa bir cep harçlığı alıyorlar.
Yaşlılar ile çalışmalarımız devam ederken, ev sahibi kuruluşumuzun ayda bir yaptığı ve Yukarı Avusturyadaki tüm gönüllüler ile gerçekleştirilen ekinliklere katılıyorum. Nisan ayında Avusturya’nın eski şehirlerinden biri olan Steyr’a göçmen ve mülteci olan gençlerle yemek yapmaya gittik. Ben de peynirli börek yaptım mesala. Yapılan yemeklerin tarifleri bir kitapta toplanmış ve dünya karmaşı bir yemek tarifi kitabi oluşturulmuş diyebilirim.
Mayıs ayında baharın gelmesini Maibaum yaparak kutladık. Uzun tahta bir direk ve bir sürü küçük ağac dallarını birleştirerek yaşlılar ve eğitmenler ile birlikte büyük bir ağaç oluşturduk. Ertesi gün bayrak renkleri olan kırmızı ve beyaz (bizimkisi ile aynı olması güzel bir tesadüf) renkli kağıttan yaptığımız çiçekler ile ağacımızı süsledik. Bir tören ile de müzik eşliğinde şarkılar söyledik. Kekler ve içecekler ile hep beraber bahçede muhabbet ederek yemek yedik.
Haziran ayında ise Viyana’ya bir gezimiz oldu. Şehrin dünya mirasında yer alan Schönbrunn Sarayını ve hayvanat bahçesini gezdik. Ardından ünlülerin bal mumundan yapılmış Madame Tussauds müzesine eğlenceli bir ziyaretimiz oldu ve sevdiğim ünlüler ile fotoğraf çektirme şansını yakadım.
Ben bir yandan Avusturya kültürünü tanırken kendi kültürümüzü de tanıtmak istiyorum. Yaratıcılık atölyesi asıl yeri olan üst kata geçen hafta taşındiı. Yeni yerimizde mutfak olduğu için Türk kahvesi ve çay gibi yapması kolay olan şeylerden başlamak istiyorum. Ardından müzikler ve bir sunum ile elimden geldiğince güzel bir tanıtım yapmayı planlıyorum. Çünkü daha önce gelen gönüllülerin yaptıklarını anlattıklarında, unutulmayacak olan bir anıya imza attığımızın farkına vardım.
Burada 3 ayımı tamamladım ve şimdiden unutamayacagım anılarım, farklı ülkelerden arkadaşlarım oldu. Geriye kalan aylarımın bana neler getireceğini sabırsızlık ile bekliyorum.
Esin Çalışkan