fbpx

Blog

Gönüllü Yazıları

Eğitimin İşlevi

“‎Eğitimin asıl işlevi, sizden bir katip, yargıç, başbakan çıkarmak değildir, bu çürümüş toplumun tüm yapısını anlamanıza yardım etmek ve özgürlüğe erişmenizi mümkün kılmaktır ki çemberi kırıp farklı bir toplum, yeni bir dünya yaratabilesiniz. Başkaldıran, eskiye karşı kısmi değil, bütüncül bir başkaldırı içinde olan birileri olmak zorunda; çünkü sadece onlar açgözlülüğün, gücün, prestijin üzerinde yükselmeyen yenir dünya yaratabilirler.” Krishnamurti

Bu cümle bana göre de eğitimin gerçek işlevini açıklar nitelikte. Eğitimli insan sadece  belli bir öğrenim düzeyinde olan insan demek değildir ya da eğitim sadece bizi istediğimiz mesleğe ulaştıran bir kavram da değildir. Eğer bunlar aklımıza geliyorsa biz de eğitimi, bir çoğumuz gibi  öğrenim kelimesiyle karıştırıyoruz demektir. Gelin bakalım bu kavramların kelime anlamları neymiş.

TDK’ya göre eğitim, “Çocukların ve gençlerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine okul içinde veya dışında, doğrudan veya dolaylı yardım etme, terbiye” diye açıklanırken,

Öğrenim, “Herhangi bir meslek, sanat veya iş için gerekli bilgi, beceri ve alışkanlıkların elde edilmesi amacıyla yapılan çalışma, tahsil” olarak  tanımlanmış.

Aslında ne kadar açıkça ifade edilmiş iki farklı kelime. İlk okul, ortaokul, lise, üniversite derken okulda aldığımız dersler bizim için kimi zaman çok değerli kimi zaman değersiz bilgiler içeriyor olabilir. Ancak bunları özümseyip, davranışa dönüştürmediğimiz, ihtiyacımız olan her anda bunları kullanacak kadar  bize ait hale getirmediğimiz sürece beynimizin dahili bir bellekten farkı kalmıyor. Bizim için bilgileri depoladığımız bir araç haline geliyor ki, içimizdeki büyük güce dolaylı yoldan hakaret ve de ihanet etmiş oluyoruz.  Ayrıca da okul gibi sosyal öğrenmemizin büyük bir kısmını oluşturan, hayatımızın büyük bir bölümünü geçirdiğimiz bir ortamı da sadece bilgi aktarılan bir yer haline getirmiş oluyor, eğitim ve öğretim yuvası olmaktan çıkarıp sadece bilgi aktarılan taş bir bina haline getirmiş oluyoruz. Bu şekilde de elimizdeki bir çok gücü küçümsemiş, ve de atıl durumda bırakmış oluyoruz.

Uzun yıllardır aldığımız bilgi ve beceriler, sosyal öğrenmeler bireysel olarak bize bir şeyler katmalı var olan kapasitemizi artırmalı ve de kendimizin farkına varmamıza yardımcı olmalı, ayrıca bu toplumu oluşturan bireylerin eğitim düzeyinin artması sonucunda da toplumsal olarak da bundan olumlu dönüşler almalıyız. Yoksa, Krishnamurti’nin de dediği gibi sadece avukat olmuş olmak, sadece öğretmen olmuş olmak için okumak, bir şeyleri bir yerde eksik yapıyor olmak demektir.

2012 yılı OECD Eğitim raporunda açıklanan sayısal verilere bakılırsa, hemen hemen tüm OECD ülkelerinde en az 13 yıl okul eğitimi veriliyor. Belçika, Norveç ve İsveç’te nüfusun yüzde 90’ı, 15 yıl ya da daha fazla eğitimde kalıyor. Buna karşın Çin, Endonezya, Suudi Arabistan ve Türkiye’de nüfusun yüzde 90’ı, 8-10 yıl arasında eğitim alıyor. Eğitimin niceliğinde benzerlikler ve farklılar varken, bahsi geçen ülkelerin gelişmişlik düzeyleri ise nicelikten öte niteliğin önemli olduğunu tekrardan yüzümüze çarpıyor.

Çünkü aslında eğitim ve öğrenme ailede başlayan, okulla artarak devam eden ama okul hayatımızın son günü geldiğinde nokta koyduğumuz bir süreç değil. Bu iki kavram et ve tırnak gibi birbirinden ayrılmaz bir ikili adeta, işte belki de biz hayatımızda bunları ayrıştırdığımız için, bunlara gerekli önemi vermediğimiz için hem kendimiz hem de bizim oluşturduğumuz toplum hakkettiği yere ulaşamıyor.

O halde şöyle diyebiliriz, öğrenmenin hiç bir zaman bitmeyeceğini, hayatımız boyunca devam edeceğini, bunun bizim için bir gereksinim olduğunu anlamış, öğrendiklerini hayatına geçirebilen, sadece kendi faydası için değil parçası olduğu bütünün faydası için de kullanmayı çok doğal gören bireyler yetiştirmek eğitimin asıl işlevlerinden biridir.

Öznur Şentürk